Hayata Dair - Yolumuz Çıkmaz Sokağa Çıksın İstemiyorsak
Zihinler karışıyor bazen… Evet… Aslında en doğrusunu içten içe telkin etmekteyken vicdan, bir de bakmışız ki zihinlerde farklı düşünceler. "Daha açık söyler misiniz hocam?" dediğinizi duyar gibiyim. Söylüyorum o vakit… Son zamanlarda bazı telefonlar alıyorum: "Hocam kızım başını açmak istiyor. Çok üzülüyoruz. Ortak bir yol bulamıyoruz, evde nerdeyse sürekli çatışma dili hakim." ya da "Hocam başımı açmak istiyorum ama ailem müsaade etmiyor. Kendimi çok sıkışmış hissediyorum. Bir birey olarak kararlarımı özgürce vermek istiyorum. İslam benim özgürlüğümü kısıtlayan bir din mi gerçekten?" Bu söylemlerle gelen telefonların sayıları söylenen kadar çok değil. Konu, sosyal medyada abartıldığı kadar da vahim bir sayıya ulaşmış değil kanaatimce. Lakin bir husus var ki; o da biz iyiler yerimizde sessiz sessiz oturup kendi eksenimizde dönmeye çalışırken toplumun edep, haya, iffet, aile gibi değerlerini yok etmeye niyet edenler durmadan çalışıyor. Çalışmakla kalınmayıp teknoloji, internet ve sosyal medyanın imkanları kullanılarak bazı şeyler sürekli servis ediliyor. Kadınıyla erkeğiyle insan özne olmaktan çıkarılıp nesne haline getiriliyor adeta. Acımasızca işleyen bu düzen medeniyetimize, kültürümüze, inancımıza uygun olmayan birçok içeriği normalleştirmemize neden oluyor. Günün sonunda yukarıda dediğim gibi bazılarımızın kafası karışıyor. Sorgulamaları onu yanlış adreslere götürüyor. Hani navigasyon yokken yol sorardık ya yolda denk geldiğimiz birine. Eğer yolu tarif eden doğru tarif edemediyse ya da biz tam manasıyla anlayamadıysak yanlış yollara sapar, çıkmaz sokaklara varırdık ya. Günümüzdeki durumu da biraz buna benzetiyorum ben. Şimdi tarihe doğru bir yolculuğa çıkalım birlikte. Hz. Nûh’u hatırlayalım. Oğluyla imtihan olmuştu değil mi? Nûh tufanı diye bildiğimiz o gün, her şey ayan beyan ortayken öz evladına laf anlatamamıştı Nûh Peygamber. Onu doğru yola çağırsa da nafile… Ne oğluna ne eşine ne de kavminin çok az kısmı haricinde diğerlerine söz geçirememişti. Fakat son ana kadar da umudunu yitirmemişti: “Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna, “Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” diye seslendi. (Hûd Suresi 43. ayet) “Oğlu, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Nûh dedi ki: “Bugün Allah’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır” derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hûd Suresi 44. ayet) Tarihteki yolculuğumuz devam ederken İbrahim Peygamberle de yolumuz kesişsin istiyorum. Hz. İbrahim: “İbrâhim “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi.” (Bakara Suresi 260. ayet) İbrahim’in (as) Rabbinden isteği tabii ki onun vehim içerisinde olduğunu göstermiyordu. İnsanoğlunun geçmişte de günümüzde de zihninin ve kalbinin gelgitlerinin bitmeyeceğinden hareketle bizlere mesaj veriyordu sanki. Allah peygamberinin şahsında biz inananlara müthiş bir hatırlatma mı yapıyordu? Evet; zihninize takılanları sorun, sormanıza bir engel yok. Kalbiniz mutmain oluncaya kadar araştırın. Fakat doğru, sağlam kaynaklara bakın. Sorularınızın cevaplarını ehil ve alanında uzman kişilerden alın. Yolu sırat-ı müstakim olanların ardından yürüyün, diyordu sanki. Görüyoruz ki tarih tekerrür etmeye devam ediyor. Geçmişte olduğu gibi şimdi de ebeveyn olmak ciddi bir sorumluluk. Elbette zorlukları da beraberinde geliyor. Belki de en önemlisi ebeveyn olarak Hz. Nûh misali son dakikaya kadar evladından ümit kesmemek ve onunla tatlı bir dille iletişime devam etmek. Tüm çabalara rağmen imtihan tersine dönmüyorsa da yine Nûh Peygamber gibi Allah’ın vereceği hükme razı olmak! Evlat olarak nerede duralım peki? Hz. Nûh’un oğlu gibi isyan yolunu tutmayalım mesela. “Zihnimin, bedenimin, ahlakımın ve aslında hayatımın yegâne koruyucusu olduklarından konuşuyorlar böyle,” diyebilelim anne babamızın, büyüklerimizin tavsiyelerine. Unutmayalım; onlar yolu bizden önce yürüdü ve onların zamanında da yolun kendine göre zorlukları vardı. Bir de modern dönemin bizi kendimiz olmaktan, özümüzden uzaklaştıran sonra da mutsuzluğumuzu artıran “sözde özgürlük” algısına kapılmazsak gerçek huzuru bulacağımızı da unutmamak gerek. İki hatırlatma daha yaparak son verelim mi sözlerimize? - Yolu önden yürüyenlerimiz, lütfen öncü olmanın verdiği sorumlulukla söylediklerimizi ilk önce kendimiz yaşamaya gayret edelim. Hatırımızdan çıkarmayalım gençliğimizdeki hatalarımızı! - Geleceği imanı, zekâsı, mantığı, soruları, sorgulamaları ve sonunda varacağı istikameti ile inşa edecek olan sevgili gençler; yolumuz çıkmaz sokağa çıksın istemiyorsak kulak verelim önümüzden istikameti sağlam bir şekilde yürüyenlere. Unutmayalım; kadın erkek herkes çok değerli Rabbimizin katında!

Zihinler karışıyor bazen… Evet… Aslında en doğrusunu içten içe telkin etmekteyken vicdan, bir de bakmışız ki zihinlerde farklı düşünceler. "Daha açık söyler misiniz hocam?" dediğinizi duyar gibiyim. Söylüyorum o vakit…
Son zamanlarda bazı telefonlar alıyorum:
"Hocam kızım başını açmak istiyor. Çok üzülüyoruz. Ortak bir yol bulamıyoruz, evde nerdeyse sürekli çatışma dili hakim." ya da "Hocam başımı açmak istiyorum ama ailem müsaade etmiyor. Kendimi çok sıkışmış hissediyorum. Bir birey olarak kararlarımı özgürce vermek istiyorum. İslam benim özgürlüğümü kısıtlayan bir din mi gerçekten?"
Bu söylemlerle gelen telefonların sayıları söylenen kadar çok değil. Konu, sosyal medyada abartıldığı kadar da vahim bir sayıya ulaşmış değil kanaatimce. Lakin bir husus var ki; o da biz iyiler yerimizde sessiz sessiz oturup kendi eksenimizde dönmeye çalışırken toplumun edep, haya, iffet, aile gibi değerlerini yok etmeye niyet edenler durmadan çalışıyor. Çalışmakla kalınmayıp teknoloji, internet ve sosyal medyanın imkanları kullanılarak bazı şeyler sürekli servis ediliyor. Kadınıyla erkeğiyle insan özne olmaktan çıkarılıp nesne haline getiriliyor adeta. Acımasızca işleyen bu düzen medeniyetimize, kültürümüze, inancımıza uygun olmayan birçok içeriği normalleştirmemize neden oluyor.
Günün sonunda yukarıda dediğim gibi bazılarımızın kafası karışıyor. Sorgulamaları onu yanlış adreslere götürüyor. Hani navigasyon yokken yol sorardık ya yolda denk geldiğimiz birine. Eğer yolu tarif eden doğru tarif edemediyse ya da biz tam manasıyla anlayamadıysak yanlış yollara sapar, çıkmaz sokaklara varırdık ya. Günümüzdeki durumu da biraz buna benzetiyorum ben.
Şimdi tarihe doğru bir yolculuğa çıkalım birlikte. Hz. Nûh’u hatırlayalım. Oğluyla imtihan olmuştu değil mi? Nûh tufanı diye bildiğimiz o gün, her şey ayan beyan ortayken öz evladına laf anlatamamıştı Nûh Peygamber. Onu doğru yola çağırsa da nafile… Ne oğluna ne eşine ne de kavminin çok az kısmı haricinde diğerlerine söz geçirememişti. Fakat son ana kadar da umudunu yitirmemişti:
“Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna, “Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” diye seslendi. (Hûd Suresi 43. ayet)
“Oğlu, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Nûh dedi ki: “Bugün Allah’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır” derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hûd Suresi 44. ayet)
Tarihteki yolculuğumuz devam ederken İbrahim Peygamberle de yolumuz kesişsin istiyorum. Hz. İbrahim:
“İbrâhim “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi.” (Bakara Suresi 260. ayet)
İbrahim’in (as) Rabbinden isteği tabii ki onun vehim içerisinde olduğunu göstermiyordu. İnsanoğlunun geçmişte de günümüzde de zihninin ve kalbinin gelgitlerinin bitmeyeceğinden hareketle bizlere mesaj veriyordu sanki. Allah peygamberinin şahsında biz inananlara müthiş bir hatırlatma mı yapıyordu? Evet; zihninize takılanları sorun, sormanıza bir engel yok. Kalbiniz mutmain oluncaya kadar araştırın. Fakat doğru, sağlam kaynaklara bakın. Sorularınızın cevaplarını ehil ve alanında uzman kişilerden alın. Yolu sırat-ı müstakim olanların ardından yürüyün, diyordu sanki.
Görüyoruz ki tarih tekerrür etmeye devam ediyor. Geçmişte olduğu gibi şimdi de ebeveyn olmak ciddi bir sorumluluk. Elbette zorlukları da beraberinde geliyor. Belki de en önemlisi ebeveyn olarak Hz. Nûh misali son dakikaya kadar evladından ümit kesmemek ve onunla tatlı bir dille iletişime devam etmek. Tüm çabalara rağmen imtihan tersine dönmüyorsa da yine Nûh Peygamber gibi Allah’ın vereceği hükme razı olmak!
Evlat olarak nerede duralım peki?
Hz. Nûh’un oğlu gibi isyan yolunu tutmayalım mesela. “Zihnimin, bedenimin, ahlakımın ve aslında hayatımın yegâne koruyucusu olduklarından konuşuyorlar böyle,” diyebilelim anne babamızın, büyüklerimizin tavsiyelerine. Unutmayalım; onlar yolu bizden önce yürüdü ve onların zamanında da yolun kendine göre zorlukları vardı. Bir de modern dönemin bizi kendimiz olmaktan, özümüzden uzaklaştıran sonra da mutsuzluğumuzu artıran “sözde özgürlük” algısına kapılmazsak gerçek huzuru bulacağımızı da unutmamak gerek.
İki hatırlatma daha yaparak son verelim mi sözlerimize?
- Yolu önden yürüyenlerimiz, lütfen öncü olmanın verdiği sorumlulukla söylediklerimizi ilk önce kendimiz yaşamaya gayret edelim. Hatırımızdan çıkarmayalım gençliğimizdeki hatalarımızı!
- Geleceği imanı, zekâsı, mantığı, soruları, sorgulamaları ve sonunda varacağı istikameti ile inşa edecek olan sevgili gençler; yolumuz çıkmaz sokağa çıksın istemiyorsak kulak verelim önümüzden istikameti sağlam bir şekilde yürüyenlere. Unutmayalım; kadın erkek herkes çok değerli Rabbimizin katında!